Meral Tüfekçi
Eğitim Yöneticisi – Yazar
Email: meraltufekci17@gmail.com
“İnsanlığa olan inancını yitirmemelisin. İnsanlık bir okyanustur.
Bazı damlalar kirli diye okyanus kirlenir mi hiç!”
Mahatma Gandhi
Irkçı ve otoriter fikirlerin hâkim olduğu Nazi Partisinin ve Hitler Diktatörlüğünün can yaktığı zor günlerdi. Dünya tarihi, insan aklının alamayacağı olaylara tanık oluyordu. İnsanların, yerlerinden yurtlarından koparıldığı, sevdiklerinden ayırıldıkları, toplama kamplarında her türlü işkence ve eziyete maruz kaldıkları bir dönemdi. Gözyaşının kana karıştığı, geleceğe dair kurulan hayal ve umutların bir bir tükendiği bu günlerde Belçika-Fransa sınırındaki Frelinghien Köyünde yaşayan Flemenk asıllı Matematik öğretmeni Joseph Vermeersch de tarafını belli etmiş, bu acımasızlığa dur demek adına Almanlara karşı mücadele verenlerdendi. Ve bir gün Almanlara esir düştü. O da memleketinden, sevdiklerinden koparılarak hiç bilmediği, belki de adını bile daha önce hiç duymadığı Çekoslovakya’nın Sosen Köyüne esir olarak çalışmaya götürüldü.
Çekoslovakya da bu zulümden payını almış, eli silah tutan birçok genç Nazilere karşı savaşmak için cepheye gitmişti. Köyde kalan kadınlar ve çocuklar sessiz bir gölge gibi varlıklarını sürdürmeye çalışıyorlardı. Matematik Öğretmeni Joseph Vermeersch, savaş esiri olarak Sosen Köyü’nde diğer tutuklularla birlikte çiftlikte çalıştırılıyordu. Savaşın acımasızlığının tam ortasında, yüreğini ısıtan güzel mi güzel bir çiftçi kızı gördü. Leontine Schröder. Sevda bir kuştur, zamanı ve mekanı yoktur onun. Şartlarınız uygun mu değil mi hiç sormaz size, gelir konuverir yüreğinize. Savaşın yarattığı yıkımların tam ortasında birbirlerine ilaç, birbirlerine derman olmak üzere tutuşuverdi elleri. Gizli gizli yaşanan bu sevdadan 07.03.1943 tarihinde bir kız çocuğu geldi dünyaya. Leontine Schröder, bu durumu evde nasıl açıkladı bilinmez. Gençlerin sevdalarına sessizce tanık olan ailesi sevgiyle sarmaladı bu bebeği. Kim bilir belki de savaşa giden, hiç haber alamadıkları ve bir daha asla geriye dönmeyeceğini hissettikleri oğulları yerine koyup sahip çıktılar Joseph Vermeersch’e.
Savaş bitip esirler serbest kaldığında Joseph, Fransa’daki evine döndü. Döner dönmez yaşadıklarını, bu zulmün ortasında yeşeren sevdasını bir bir anlattı annesine. Zaman zaman hepimiz geçeriz zorlu sınavlardan; Joseph ile Leontine’nin sınavı bitmemişti daha. Sınanacakları bir sınavları daha vardı henüz bilmedikleri. Sessizce dinledi Joseph’in annesi, kaşlarını çattı ve “Hayır!” dedi. Bu birlikteliğe kesinlikle onay vermiyordu. Ama Joseph, Saint Exupéry’nin “Sonsuza dek sorumlusun birinin kalbini avuçlarının içine aldıysan.” dediği gibi sorumluluk hissediyordu sevdiğine ve minik kızına karşı. Sahi aşk neydi? Yine Saint Exupéry cevap veriyordu: “Aşk, karşılıklı geçip birbirlerinin gözünün içine bakmak değil, el ele verip ileride aynı noktaya bakmak ve yine el ele o noktaya doğru ilerlemektir.”
Memleketinde tekrar öğretmenlik yapmaya başladı Joseph Vermeersch; ama aklı ve yüreği Sosen Köyü’nde kalarak. Her yıl okullar tatil olur olmaz bir aylık izninde kızına sarılmak, sevdiğiyle birlikte olmak için alelacele Sosen Köyüne gidiyordu. Bu zorlu süreçte Leontine’nin ailesi sahip çıkıyordu kızlarına ve torunlarına. Kimin ne dediği, kimin ne düşündüğü hiç de umurlarında değildi. Zaten savaş bir oğullarını almıştı onlardan bir de kızlarını kaybetmeye yürekleri elvermezdi. Bu sebeple olsa gerek Joseph’in her yıl, bir ay gelip kızlarıyla evlilik birlikteliği olmadan evlerinde kalmasına hiç ses çıkarmıyorlardı. Hasat zamanına denk gelen bu tatillerde Joseph yoğun bir şekilde tarlada çalışıyor, çiftliğin tüm işlerini sahipleniyordu. Savaş; Schröder ailesinin oğullarını almış, ama – şu rastlantıya bakınız ki- başka bir oğul göndermişti onlara. Küçük kız büyüdüğünde çocukluk anılarını anlatırken Sosen Köyü’nde dedesi ve ninesiyle, bazen teyzeleriyle ormana gidip orman meyveleri topladıklarını, kazları olduğunu, onlara yem verdiğini ve çok mutlu bir çocukluk geçirdiğini anlatıyordu.
Joseph’in annesi, araya yollar, yıllar girerse, oğlu vazgeçer sandı bu sevdadan. Ama nafile… Bir yıl, iki yıl, üç yıl, dört yıl… Yıllar geçiyor ama sanıldığı gibi vazgeçmek şöyle dursun gittikçe kök salıyor, her türlü engele rağmen devleşiyordu bu sevda. Küçük kızın okula başlama yaşı geldi. Bohemya’da, hem Çekçe hem de Almanca konuşulan bu köyün okulunda sadece okumayı yazmayı değil Rusça’yı da öğrendi. Savaş bitiminden tam yedi yıl sonra vefat etti Joseph’in annesi. Joseph ne annesine karşı durdu ne de bu sevdadan vazgeçti. “Gülünü bunca önemli kılan uğruna harcadığın zamandır.” dediği gibi Saint Exupéry’nin Sosen Köyü’nde yaşayan kızı ve sevdiği çok önemliydi onun için. Her ikisi de savaşın ortasında açan sevgi gülleriydi. Annesinin vefatından sonra hemen geldi Sosen Köyüne. Artık boşa harcanacak vakit yoktu. Çekoslovakya’daki Fransa Elçiliğinde evleniverdiler. Aldı karısını ve dokuz yaşındaki kızını, Fransa’ya götürdü.
Kızını, Fransızca’yı çabucak öğrensin diye Cambrai’de yatılı bir okula gönderdi. Yıllar geçtikçe bir kızları ve iki oğulları daha oldu. Çocuklar büyüyordu. Üniversite çağına geldiğinde Lille Üniversitesi’nde Alman Dili ve Edebiyatı okumaya başladı Joseph’in ilk gözağrısı. Başarılı öğrencilerin seçildiği Değişim Programı ile Almanya’ya gitti. Almanya’dayken bir gün telefon açtı kızı babasına, tatilde eve yalnız gelmeyeceğini, bir erkek arkadaşı olduğunu ve onlarla tanıştırmak istediğini söyledi. Tanıştırmak için getirdiği erkek bir Türk’tü. “Şu koskoca Fransa’da, bir Fransız yok muydu kızım?” dedi Joseph. Dedi demesine ama sevginin gücü karşısında bütün engellerin yok olduğunu yine en iyi o biliyordu. Siteminin nedeni kızı Gertrude’nin kendisinden uzaklara gidecek olmasından kaynaklanıyordu.
Prof. Dr. Fikret Durusoy ile evlenerek Türkiye’ye yerleşen ve iki çocuğu olan Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı bölümünden 2008 yılında emekli olan Prof. Dr. Gertrude Durusoy sayısız ödül aldı, birçok başarılara imza attı. Ülkemize ve dünya edebiyat tarihine adını yazdırdı.
15 Ağustos 2014 tarihinde vefat eden Prof. Dr. Fikret Durusoy’un ölümünden yaklaşık bir yıl sonra onun evinde hem kahvemizi yudumluyor hem de karşılıklı sohbet ediyorduk. Mütevazılığı her haline yansımış bu güzel insan İspanyol bir şairin şiirlerini İngilizce’ye çevirmekle meşguldü o günlerde. Söz Fikret Bey’in ölümüne geldi. Bir ara gözleri buğulanarak “Onsuz bir yaşam çok zor geliyor bana” deyiverdi sessizce. “On dil, on insan” unvanının sahibi Getrude Durusoy çok değil üç yıl sonra 31.07.2017 tarihinde yaşam ortağı Fikret Bey’le tekrar buluşmak için ayrılıverdi aramızdan. Geride bize bıraktığı kitapları, ülkemize yaptığı hizmetleri ve akademik çalışmalarının yanı sıra “Sevdaya olan inancınızı asla yitirmeyin.” mesajı kaldı.
KAYNAK
Gertrude Durusoy
İsabel Raika Durusoy Onmuş